GDO, uluslararası literatürde kısaltılmış şekliyle “GM” veya “GMO” olarak geçen “Genetically Modified Organism”in Türkçe karşılığı: Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar. GDO’nun kapsamı içine genetik olarak değiştirilmiş bütün organizmalar girmektedir.
GDO’yu şöyle tanımlayabiliriz: “Modern biyoteknoloji kullanılarak elde edilmiş yeni bir genetik materyal kombinasyonuna sahip olan herhangi bir canlı organizma.”
İzmir’de Herkes İçin Acil Sağlık Derneği’nin her ay düzenlediği konferansın bu ayki konusu, “GDO’lu Gıdalar Sağlığımızı Nasıl Etkliyor?”, konuşmacısı da Dünya Gazetesi Tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım idi.
Ali Ekber Yıldırım, sunumuna tohumun önemini anlatarak başladı. Tohumun tarımın ve aynı zamanda bağımsızlığın temeli olduğunu vurguladı. Dünya tohum ticaretinin 45 Milyar Dolarlık bir pazar olması aslında konunun belki de en can alıcı noktasını göstermektedir.
Türkiye’nin, biyolojik zenginlik bakımından çok şanslı bir ülke olduğunu aklımızda tutmalıyız. Öyle ki; Avrupa ile karşılaştırılacak olursa, Türkiye tür sayısı bakımından oldukça zengin bir ülkedir. 11 bin bitki türümüzden 2 bin kadarı, başka hiçbir yerde bulunmayan endemik türlerdir.
Bir ülkenin bitki ve hayvan türleri açısından sahip olduğu zenginlik, aynı yeraltı kaynakları ya da tarihi eserler gibi o ülkenin en önemli zenginliklerden biridir.
Modern tarım yöntemlerinin yolaçtığı etkiler yüzünden zaten yeteri kadar azalmış olan çeşitler de GDO’nun tehdidi altına girmektedir. Çünkü GDO’ların aktarılmış genleri, çevresinde bulunan, geleneksel yöntemlerle üretilen ürünlere de geçebilmektedir. Arılar ve rüzgarlar GDO’lu polenleri alıp, komşunun geleneksel ekiminin üzerine bırakmakta ve böylece civardaki, bitkiler genetik olarak değiştirilmiş bitkilerin içerdiği böcek ve ot ilaçlarına karşı dirençli hale gelmektedir.
GDO’yla ilgili en önemli kaygılardan biri; aktarılmış genlerin doğal bitki türüne atlayarak, bulundukları çevredeki doğal türlerde genetik çeşitliliğin kaybına, yabani türlerin doğal yapılarında sapmalara neden olmaları, ekosistemdeki tür dağılımını ve dengeleri bozmalarıdır.
GDO’yu savunan görüşlerin dayandıkları en önemli noktalardan biri, dünyada giderek artan besin ihtiyacını karşılamak ve açlık sorununa çare bulmak için GDO’nun zorunlu olduğudur. Oysa, üçüncü dünya ülkelerinde görülen açlık sorununun asıl nedeni, üretim potansiyelinin eksikliği değil, üretim kapasitesinin plansız kullanımı ve dağılımın adil olmayışıdır.
GDO’lu ürünlerin insan sağlığı üzerine birçok olumsuz etkileri vardır. Bunların başında alerjik yan etkiler ve zehirlenmeler gelmektedir. Doğrudan alınan GDO’lu gıda insan vücudunda hastalık yapmayan mikroorganizmalarla birleşmekte ve buna bağlı hastalıklar oluşturmaktadır.
Rowett Enstitüsü’nde çalışan Arpad Pusztaria’nın son deneyleri, GDO’larla ilgili yeni kuşkular ortaya çıkarmıştır. Sözü edilen çalışmada, genetik yapısı değiştirilmiş patateslerin fareler için zehirli olduğu, bağışıklık sisteminde bozukluklar, viral enfeksiyonlar gibi birçok etkileri olduğu ortaya çıkmıştır.
Ali Ekber Yıldırım’ın belki de en çarpıcı yorumu, GDO ile asıl hedefin tohumda egemenlik sağlamak olduğu ve tohuma sahip olanın tarım ve gıdada söz sahibi olacağı şeklindeki sözleri oldu.
Bugün halkımızın yüzde seksenüçü GDO’lu gıdaları tanımaktadır. Bu konudaki duyarlılığın giderek artması çok önemlidir. Bu duyarlılık geleceğimize sahip çıkmak, çocuklarımıza ve gelecek kuşaklara güzel bir ülke bırakmak demektir.